30 Mart 2015 Pazartesi

KATILIMCI BÜTÇELEME SÜRECİNDE KONSENSÜS SAĞLANMASI; GİRESUN İL ÖZEL İDARE ÖRNEĞİ

              Osmanlı dönemi içerisinde 1913 yılında 1414 sayılı yasa ile  ‘’İDAREİ UMUMİYEİ VİLAYAT’’ kanunu hayata geçmiş 2005 yılına kadar yaklaşık 100 yıllık süreç ile  ‘’İl Özel İdare Kanunu ‘’ mülki yönetim sisteminde kalmıştır.1414 sayılı mülga kanun Türk mülki idaresinde merkezden planlama anlayış kültüründe vesayet mantığı ile yönetilmişti. Bu anlayış ve kültür mülkiye yönetiminde öylesine benimsenmesi ve içselleşmiş olması günümüzde bile değişen 5302 sayılı yasaya rağmen direniş göstermektedir.
             İl özel idare kaynakları, Mülki idarenin karar organının ve icranın başı olarak valiler planlama ve bütçeleri doğrultusunda uygulama yapmakta idiler. Karar organlarında bulunan üyeler Vali başkanlığında toplanarak İl genel meclisinde idarenin getirdikleri planlama ve bütçeye çok müdahale etmeden noter mantığı ile karar vermekte idiler. Uygulama ve denetleme konusunda tek yetkili atanmış valilerdi. Bu anlayış ve mantık hiyerarşik yapıda öylesine içselleşmiş olduğu alt kademe yöneticilere de sirayet etmesinden görmekteyiz. İlçelerinden seçilerek gelen meclis üyeleri ilçelerinin sorunlarını sadece kişisel beceri ve kabiliyetleri ile ortaya koyabilmekte bunun dışında sadece önergelerle ifade edebilmekte, performans bütçe denetimlerinde söz sahibi olmadıklarından alt kademe yöneticileri tarafından da gereği kadar dikkate alınmadığını görmekteyiz. Klasik dönem yönetim anlayışının değişim geçirerek uygulaması, neo-klasik dönem içerisine kadar gelmiş idari ve yapısal reformlara ayak uydurmada direnme göstermiştir.1990 -2000 li yıllarda 1414 sayılı yasada palyatif çözümler değişiklikler yapılmış olması etkin bir yönetim modeline geçmesini sağlayamamıştır.
            2005 yılında 1414 sayılı yasanın yerine, 5302 sayılı İl Özel İdare Yasası katılımcılığı esas alan etkin bir yönetim sistemi çerçevesinde yerel, yerinden yönetim mantığı egemen olma süreci başlamıştır. Bu sürecin uygulaması sancılı olmuştur. Tüzel kişiliğin temsilcisi Vali olurken, teşkilatın başına Genel Sekreter, Karar organının Başkanlığına kendi aralarından seçimle il genel meclis üyelerinden bir kişi seçilmiş olması yaklaşık yüz yıllık il mülki idaresinin ezberini bozmuştur. 2006 yılından sonra Köy hizmetleri genel müdürlüğün lav edilmesi ile illerde İl özel idareleri daha etkin hale gelmiş bu bağlamda karar organı olan il genel meclisin fonksiyonel olarak yetkileri fazlalaşmıştır. Klasik dönem anlayışından ve 1414 sayılı mülga il özel idaresi kanununun yönetim süreci kültüründen kalan anlayış, uygulamada ayak direnmiş, 5018 sayılı Kamu Mali Kontrol Yasası süreçleri yetkisel çerçevenin oturmasına öncülük etmiştir.
             Bu uygulama İl mülki idarelerinde bu gelişme boyutu ile ilerlerken, Giresun İl Özel idaresinde uygulama nasıl gelişme göstermiştir.
             Kendim 2004 -2009 ve 2009-2013 yılları arası Giresun’da il genel meclis üyeliği yaptım. İl genel meclis üyeliğinden öncede 1999-2004 yılları arası Bulancak belediye meclis üyeliği yaptım.Yerel idare sitemleri ve yönetim şekli bu dönemlerde dikkatimi çok çekmiş seçilmiş ile atanmış arasında fonksiyonel farka sinerjimi yormuş,seçilmiş olan meclis üyelerinin kararlarda daha etkin olmasını her zaman tasavvur etmişimdir.

               2004 yılında seçildikten sonra planlama ve bütçeleme, idarenin isteği doğrultusunda meclis ve komisyonlardan geçer ve uygulamaya alınırdı. O zamanlar Plan Bütçe komisyonunda başkanlık yapıyor, bütçelerin içeriğine müdahale etmek istediğimizde alt kademe yöneticiler ‘’bu şekilde  olmaz, idarenin  planlama bütünlüğü bozulur, Vali mecliste bu şekilde geçmesine izin vermez ‘’ gibi ifadelerle ayak direnmekte idiler. 2005 yılında değişen yasa ile 2006 yılı bütçesinin yapılması kasım ayı döneminde ilk kanun değişikliği ile devam edecekti. Plan bütçe komisyonunun toplantısında o zaman, geçmişte düşündüğüm meclis üyelerinin etkin olması fikri değişen yasayla paralellik arz etiğini görerek, bütçe yapılması tekniğini eski dönem anlayışından farklı olarak bir uygulama başlattık. Bu uygulamayı komisyon üyesi arkadaşlarla paylaştım, oy birliği ile karar aldık. Nedir bu Bütçe tekniğinin değiştirilmiş şekli? Sorusu akla gelebilir. Birinci aşamada; İller bankasının yerel yönetimlere gönderdiği payların hesaplama şeklinde; ilin genel nüfusu, kırsal nüfusu, ilin yüz ölçümü, köy sayısı ve gelişmişlik endeksi gibi konuların etrafında hesaplama ve paylaştırma yapmakta olmaları üzerinden hareket ederek ilçe ölçeğinde hesaplamaları yaptık. Bu kararın paylaştırma esaslarını, cari harcama dışında kalan yatırım bütçesi üzerinden değerlendirmeye, meclis üyelerinin tamamının fikrini ele alarak yaptık. İkinci aşamada; yatırım bütçesini nasıl nerelere ne şekilde yapılacağını tekrar komisyon toplantılarında, ilçe meclis üyelerinin ayrı ayrı tekliflerini katılımcı anlayışla mevzuat çerçevesinde değerlendirmeye aldık. İlçelerin sorunu, neler yapılabileceğini, ildeki bürokrattan ziyade ilçe meclis üyeleri ilçede yaşayan olarak daha iyi değerlendirebileceği kanaati daha ağır bastığından, bu uygula- ma 2006 bütçesinde o yıl yer almıştı. Önceki dönemlerde bütçe meclis kararına tabii tutulurken açık veya gizli kulislerde aleyhte konuşulur, bir uzlaşma, konsensüs yolu bulunamaz sancılı süreç yaşanırdı. 2006 bütçesi bu bağlamda katılımcı ve konsensüs sağlanarak oy birliği ile geçmiştir. Bu bağlamda insanların kendi fikrinin dikkate alınması, performans olarak etkin uygulama ve denetimlere katılmasını sağlamıştır. Dolayısı ile rasyonel, etkin bir planlama ve katılımcı bütçeleme yapılmıştı. O yıldan sonra bu uygulama meclis üyelerinin arasında içselleştiği için halen uygulanmaktadır. 


Recep HIDIR
 Ondokuzmayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi A.B.D yüksek lisans öğrenci

4 Mart 2015 Çarşamba

MARMARA İLLERİ ETKİLEŞİMİNDE EŞGÜDÜM ÖLÇEĞİ BAĞLAMINDA ‘’MARMARA İLLERİ KOORDİNASYON BAKANLIĞI KURULMASI’’ ZORUNLULUĞU

       Günümüzde İstanbul merkezli Marmara bölgesi, ülkemiz nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu bölgedir. Bölgenin nüfus oranı Türkiye'nin % 35 ni bulmaktadır. Marmara bölgesinde bulunan illerin yüz ölçümü, ülkenin yüz ölçümünün % 8.5 lik kısmına denk gelmektedir. Bölge kapsamında 11 il bulunmakta olup, nüfus yoğunluğu bakımından ara farkla öne çıkan il İstanbul’dur. İstanbul merkezli bölge; İstanbul’un fonksiyonel faaliyetlerinde direkt etkileşim içerisindedir. Sanayileşme İstanbul, Kocaeli ve Bursa üçgeni etrafında şekillenerek dışa doğru genişlemektedir. Dolayısı ile bölge istihdam açısından cazibe merkezi haline gelmesi ile birlikte birçok sorun’da beraberinde getirmektedir. 
       Sadece İstanbul ölçeğinde belediye nüfusu130 ülkenin, 18 bakanlık bütçesini geçmiş durumdadır. Bölge; sektörsel faaliyet sanayileşme, ticaret, turizm ve bilişim ülkenin nirengi noktası haline gelmişken, doğal olarak alt sektörsel sorunlarını da gelişme gösterdiği ortadır. Alt sektörsel sorunlar olarak; Çevre, ulaşım, güvenlik, sağlık, eğitim, mekansal ve sosyal sorunları tanımlayabiliriz. Bu sorunlara bağlı olarak her bir sorunun alt başlıkları ayrı ayrı değerlendirirsek , yönetim ölçeğinde bölge ciddi olarak ele alınması gereken bir konudur. 
      Bölgeyi Marmara havzası bazında ele alırsak 7 ilden oluşmakta buna bağlı çevre ve ulaşım bütçesi yine çoğu ülke ve bakanlık bütçesinden büyüktür. Bölge, makro projelerle dünya cazibe merkezi haline gelmiş olacağını düşünürsek, Kanal İstanbul, 3.hava limanı, Marmara Bursa oto yolu ve 3 katlı tüp geçit İstanbul merkezli olarak gözükse de artçı olarak İstanbul çevre ilerinin etkileşimi ile gelişim ve dönüşüm sağlayacağı bir gerçektir. 
      Kanal İstanbul ile Marmara bölgesi Karadeniz, Marmara ve Trakya bölgesel olarak makro ölçekte mekansal yapılaşmalar planlanmakta buna bağlı olarak kentsel dönüşüm içerisinde yeniden planlamalar yapılmaktadır. Marmara bölgesel ölçekte aynı zamanda 1.derece deprem kuşağında olması illerin bir birine yakın ve iç içe olması risk planlamasında yerel yönetimlerin kendi içerisinde ayrı ayrı çözüm araması farklı bir sorun olarak gözükmektedir. 
     1950 li yıllara kadar İstanbul diğer yerel yönetimlerden farklı olarak bir yönetim uygulanmış, 50 ve 80 sonrası farklı yönetim şekilleri uygulamaya alınmıştı. 2000 li yıllardan sonra ülkenin gelişimine paralel olarak İstanbul merkezli bölge, sektörsel olarak büyük devinim yaşamıştır. 2023 yılı itibari ile bölge nüfus yoğunluğu ciddi sayıları bulacağı kesin gözüyle bakacak olursak birçok sorunların çözümü yerel idare büyük şehir bağlamında çözümlenmesi, planlanması yeterli olamayacaktır.

     Bir birinden etkileşim içerisinde gelişme gösteren ve yoğun göç alan İstanbul, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale, Kocaeli, Yalova,Sakarya, Bilecik, Bursa, Balıkesir ve kısmen Düzce illeri bir birleriyle eş güdüm içerisinde belki Marmara belediyeler birliği ile hareket edebilmektedir. Türkiye'nin genelinin sosyo-ekonomik sorunlarının ağırlıklı olarak İstanbul'a taşınması yerel idarenin, altından manevra ve kabiliyeti ile kalkabileceği bir konu değildir. 
      Bölgesel olarak metropol kentlerin bir arada bulunması küreselleşme ile sınırların kalktığı bu bilişim ve yönetişim döneminde, dünya kültür başkentinin bulunduğu bu bölge, Türkiye ekonomisinin lokomotifi konumundadır. Dolayısı ile dönemsel uyar- lama, yönlendirme, kısa ve uzun vadeli planlamanın ihtiyaç duyulduğu günümüzde bu illerin koordinasyonu, kurumsallaşma adına ‘’ idari mali açıdan özerk kalmak kaydı ile anayasa kanunlar içerisinde, eş güdüm koordinasyon ile politika, strateji, çevre düzeni planları, yönetim süreçlerinin etkinliği içerisinde faaliyetlerin kontrolü denetimi ve bakanlıklar arası koordinasyonun sağlanması’’ bağlamında ‘’ Marmara illeri koordinasyon bakanlığı ‘’ kurulması bir ihtiyaçtan doğmuş gerekliliktir.
       Gelişmiş ülkeler arasına girme hedefinde olan ülkemiz, bu gözde bölgesini ademi merkeziyet mantığı çerçevesinde, koordinasyon kültürü anlayışında bir bakanlık marifetiyle yürütülmesi etkin ve verimli olacağı kanısındayım. Belki farklı uyumsal sorunlar çıkabilir, bunun aşılması ise kendi içerisinde kontrol-düzeltme tekniği ile aşılabilir.

Recep HIDIR
Ondokuzmayıs Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü 
Kamu Yönetimi A.B.D. 
Yüksek Lisans Öğrencisi

15 Şubat 2015 Pazar

YEREL YÖNETİMLER SORUMLULUĞUNDA TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI , ‘’ÖZGECAN’’ VAHŞETİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME



          Gelişen değişen sosyal-toplumsal mekan ve araçlar günümüz kentleşme kültürüne  paralel olarak mevzuat öngörü değişiklikleri nedense yetersiz kalmaktadır. Her zaman  bir istenmeyen olay vukuu bulduğunda olaylar karşısında önlem alma, tekrar değerlendirme  örgüsü içerisinde hareket ederek bir iyi niyet gösterisi etrafında dönüyoruz. Yerel yönetimlerde karar mekanizmaları, mevcut bulunan kanunların verdiği yetkiyi analiz ve yorumla noktasında hareket etmek zorundadırlar. Bu analiz ve yorumlama yetki alanı içeresinde her konuda gereklidir aslında. Klasik yönetim anlayışından, analitik kabiliyet, yöneylem araştırmaları olgusuna geçmek gerekmektedir.
      Konumuz olan yerel yönetimlerde toplu taşıma araçlarının sorumluluğu dahlinde konumuza açıklık getirelim.  5393 sayılı belediye kanunun 15/f maddesinde ifade edilen  ‘’toplu taşıma araçları güzergahlarının düzenlenmesi, işletilmesi ve işlettirilmesi’’ hükmü gereği ve ayrıca aynı kanunun 34/m maddesinde ‘’ belediye başkanı, belde halkının esenlik sağlık, huzur ve mutluluğu için gereken önlemleri alır’’ denilmektedir. Belediye teşkilatı ve başkanları, Osmanlı döneminde; Şehremaneti belediye teşkilatına, başkanına şehri-emin denirdi. Bu deyiş aslında halen günümüzde geçerli olan bir kültürdür. Beldede yaşayanların malları, canları, sağlık ve huzurları bir teşkilata emanet, yönetim başında bulunanda en emin olunan kişi olarak adlandırılır.
         Bu kanunun verdiği yetki çerçevesinden hareketle aslında toplu taşıma araçlarının sadece bir güzergah düzenlemesi işletilmesinden ibaret olmadığı aynı zamanda   sürücülerinin ’de   toplumsal iletişim anlayışı içeresinde ruhsal sağlık ve psikolojik yönlerinin sağlıklı olması gerekliliği de sağlanmalıdır. Bugün en basit bir şekilde örnek verirsek halk sağlığı açısından gıda maddesi üreten yerlerde çalışanların her türlü sağlık muayeneleri yapılmakta denetlenmektedir. Sürücüler belli eğitimden geçirildikten sonra sınav neticesinde sürücü lisansı verilmektedir. Bunların denetimi ‘’ polis vazife ve salahiyet kanunu’’ çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu yetki asayiş açısından denetleme alkol, ehliyet-evrak ve araç fiziki muayene içerisinde değerlendirilmiştir. Toplu taşıma araç sürücülerinin bir robot olmadığı insan olduğu insanların ruh sağlığının kişilere göre iç dünyası çok farklı olabileceği düşünülmemiştir. Sürücünün yolculara olan bakış açısının farklı boyutlara geçerek huzur, sağlık ve yaşamını yok edecek kişiliği bürünebileceği açısından hiç bakılmamıştır. Alkollü bir sürücünün denetim sonucu ehliyetine el konulduğunda sadece psiko-teknik ve psikiyatri uzmanlarının kontrollerinden geçirilmekte uygun bulunursa ehliyet iade edilmektedir. Karayolları trafik  kanunu içerisinde yer alan bu hüküm gereği fiiliyat olduktan sonra ancak bu belgeye el koyma gerçekleşmektedir. Bu işlemler sürücü lisansı verilmeden önce önlem alınmalıdır.

             Ancak toplu taşıma araçları için, belediyeler bu olaya sadece güzergah ve işletme açısından değil çalışanlarında insan olarak hayvani duygularının olabileceği açısından risk unsuru değerlendirilmesini yaparak yerelde yapmaları gerekir. Belki şöyle düşünebiliriz, ‘’bu konular genel kanun çerçevesinde değerlendirilmeli ve kolluk kuvvetlerinin işidir’’, ’’Belediyenin ne gibi yetki sorumluğu olabilir veya ne yaptırımı olabilir’’, Belediyeler bu işin içine girdiğinde uygulama nasıl olabilecek’’ gibi sorular aklımıza gelebilir. Genel kanun koyucular bu işi hukuk kuralları çerçevesinde kanun ve yönetmeliklerle düzenleyebilir. Ne var ki  belediyeler yetki alanı içeresinde olan bu konular için yönetmelikler çıkarabilir. Çıkarılacak bu yönetmelik kamu kuruluşları ve niteliğindeki örgütlerin uzman, yöneticileri, kişi tahkikat raporları, uzaman psikolog, psikiyatri raporları sonucunda ’’ toplu taşıma aracı sürücü belgesi’’ komisyon marifeti ile olumlu veya olumsuz karara bağlanır.
               Hayatımızı güven duygusu ile emanet ettiğimiz sürücülerin hangi kişilik bozukluğuna sahip veya değil sorusunu biz vatandaşlar sormamız gerekmez. Cezaların caydırıcılığı sağlıklı insanlar normal düşünen insanlar için geçerlidir. Tarsus’ta yaşanan Özgecan’ın vahşeti herkesçe malumdur. 20 yaşında bir genç kız bu araca binerken sürücünün kişilik bozukluğu olup olmadığı sorusunu kendine sormadan araca binmeliydi. Oda öyle yaptı. Ne yazık ki güvenerek bindiği araç sürücüsünün vahşice saldırısına uğradı genç yaşında canı ile bedel ödedi.
                Başka Özgecan lar ölmemesi için sürücüler için sorulması gereken soruları bir yönetmelik etrafında düzenlenerek Belediyeler sormalıdır. Araçlara hat vermek işletmesini modelini ruhsatlandırmakla kalmamalı sürücüde ruhsatlandırmalıdır. Yaşadığımız kentte her şeyden emin olmak en doğal hakkımızdır.


          Recep HIDIR
 

  Ondokuzmayıs Üniversitesi 
  Sosyal Bilimler Enstitüsü  
  Kamu Yönetimi A.B.D. 
 Yük.Lis.Öğrenci

27 Ocak 2015 Salı

Osmanlı'dan Günümüze Belediyeciğin Tarihi Gelişimi İçerisinde Vesayet Anlayışı ve Ademi Merkeziyetçilik

        Fransız ihtilali ile başlayan süreçte Avrupa ülkelerindeki reform hareketleri Osmanlı da etkisini ancak 50 yıl sonra Gülhane Hattı Hümayun  ile Tanzimat Fermanı neticesinde gösterebilmiştir. Belediyecilik bu dönem içerisinde İstanbul'da ticaretin yoğun olduğu bölge olarak da  değerlendirilen aynı zamanda liman bölgesi konumunda olan Galata-Beyoğlu bölgesinde Altıncı Daire-i Belediye teşkilatı 1854 yılında kurulmuştur.Altıncı Daire isminin,Fransa'nın en seçkin bölgelerinden olan Altıncı bölgeden esinlenerek konulmuştur.
        Osmanlıda geleneksel dönem içerisinde belediye teşkilatı olmadığı dönemde bu görev ve hizmetler vakıflar,loncalar tarafında yerine getirilmekte idari anlamda ise Kadılar görev yapmakta idi.Tanzimat ile başlayan süreç ile ıslahat döneminde batı tarzı belediyecilik İstanbul ve dışında ancak 1871 tarihli ''İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi'' ile hayata geçmiş teşkilatlanmıştır. 1877 yılında ''Dersaadet Belediye Kanunu'' ile ''Vilayetler Belediye Kanunu'' olarak düzenleme Kanuni Esasi çerçevesinde I. Meşrutiyet ile farklı boyuta geçmiştir.6-12 kişiden oluşan belediye meclislerinin içerisinden Hükumetin  ataması ile gerçekleşen belediye başkanı ile tüzel kişilik kazanmakta idi.1877 yılında çıkarılan bu yasa Cumhuriyet dönemi ile  1930 yılına kadar aynı şekli ile devam etmiştir.Kanuni Esasi ile birlikte yasallaşan belediye nizamnameleri aslında bir anlamda ademi merkezi olan yasa iken ,1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu o gün ki siyasi yapının sağlamlaştırılması adına vesayetçi ve  merkeziyetçi geleneği dahada sağlamlaştırmıştır.1580 sayılı Yasa 2005 yılına kadar  idari-mali yasal revizyon yapılarak gelinmiştir.Ancak 1580 sayılı yasa her zaman merkezi bir vesayet içerisinde olmuştur. İdari ve mali açıdan özerk olmamıştır.
        1980 yılından sonra kamu ve özel yönetimler Post Modern yönetim sürecine doğru yol almıştır.Post Modern Yönetim süreci ve 1990 yıllardan sonra başlayan Yönetişim anlayışı ,Kamu ve Özel sektör yönetiminin içinde bulunduğu dönemde mevcut yasaların sürece cevap vermediği ortaya çıkmıştır.Özellikle 1990 yıllarda başlayan Yerinden Yönetim veya Ademi merkeziyetçilik  tartışması kamu oyunu o dönem içerisinde çok meşgul etmiştir.1991-2002 yılına kadar koalisyon dönemleri olduğundan  yönetimde istikrar sağlanamamış yerelleşme anlamındaki çalışmalar rafta ve sözde kalmıştır.2002 yılından sonra Avrupa birliği müktesebatının getirdiği süreç her alanda olduğu gibi yerelleşme konusunda önem kazanmış, 5393 sayılı Belediye Kanunu ,5216 sayılı Büyükşehir Belediye kanunu ve 5302 sayılı İl özel İdare Kanunu yerel yönetimleri vesayet anlayışından kurtarmış, Ademi merkeziyetçi bir teşkilatlanma olgusuna getirmiştir.2012 yılında 6360 sayılı yasa 14 il ilave ile 30 Büyükşehir Belediyesi Bütün şehir haline gelerek bu illerin idari sınırları ile ilçe sınırlarında değişikler olmuştur. İlçe belediye sınırları, büyükşehir belediye sınırları genişlemiş ve köyler mahalle haline dönüştürülmüştür.
         Yapısal reformların olduğu bu dönem içerisinde yerel yönetimler her dönemde olduğu gibi uyum süreçlerinde zorlanmaktadırlar.Bu yasalara paralel olarak gelirler yasasında da  acil düzenlemeler gerekmektedir. Buna bağlı olarak teşkilatlar mali kaynaklar konusunda  güçlükler çekmektedir. Yerinden yönetim; hizmetin sunulmasında, kaynakların kullanılmasında hızlı doğru kararlar verilmesi noktasında verimli hale getirilmiş ancak bir entegrasyon, uyum ve birimler arası eş güdüm sorunu halen kurumsallaşmayan belediyelerde yaşanmaktadır.
         Sonuç olarak bu geçiş döneminde,teşkilatlara koordinasyon ve entegrasyon sürecine katkı anlamında bölgesel teşkilatlar vasıtası ile müşavirlik hizmetleri ve yapısal uyarlanma adı altında teknik, mali destekler verilmelidir.Aksi takdirde kurumsallaşmaya giden süreç çok daha uzayacaktır.

         Recep HIDIR 
Ondkuzmayıs Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü 
Kamu Yönetimi A.B.D. 
        Y.L. Öğrencisi

8 Ocak 2015 Perşembe

YEREL YÖNETİMLERDE ALGI YÖNETİMİNİN OLGU İLE BAĞLANTISI VE ETİK

      Son 10 yıllık zaman dilimi içerisinde bir yönetim tekniği olarak, toplumsal veya bireysel yaşantımızın, fikirlerimizin  şekillenmesi ve oluşmasına  yön veren  ''algı yönetimi'' hayatımızın ayrılmaz parçası haline gelmiştir.Algı yönetim süreci 2004 yıllardan günümüze kadar gelen ve devam eden değişik proseslerden geçerek çok farklı kullanım alanlarının olduğu bir yönetim metodudur.
 Nedir  aslında ''algı''; duyu organlarımız vasıtası ile beynimize  aktardığımız veriler dizisinin işlemler sonucu  beklenti, dikkat ve hafızada şekillenmesi ile oluşur.Bu oluşum bilinçli bir şekilde olduğu gibi bilinçsiz bir şekilde de hafızada yer alır.Algının Olgu ile bağlantısı var mı? sorusu ile konuyu biraz açalım.Algı ;olgunun (hakikat) bir yansıması vaya gölgesi gibidir. Olgunun  çeşitli araçlar vasıtası ile ne, nasıl ,ne zaman,nerede, neden ve kim tarafın kullanıldığı önemlidir.Bizler algıladığımız olaylara bu soruları sormaz  ve analiz etmez isek ,olgunun ne olduğunu anlamadan sadece algı ile baş başa kalırız. Olgunun akışında gerçeklik,doğruluk,bize olduğu gibi yansıması,bir zeka oyununa iş ve işleme tabi olmadan geçmesi ile oluşan algının ''etik'' bir süzgeçten filtre edildiğini gösterir aslında.
        Günlük hayatımızda çoğu kez kendimizin'de uyguladığı veya bir şekilde gördüğümüz '' hayvan gölge'' oyunları,bu algı ile olgu bağlantımızın zihnimizde oluşmasına bir örnek teşkil edecek bir resim ile  konuya  devam etmek istersek;
El ile gölge yansıması Tavşan şekli
Resimde de görüldüğü gibi sadece gölgeye odaklanırsak aslında biz bu yansımanın bir tavşan sureti olduğunundan hiç şüphe etmeyiz.Yukarıda da bahsettiğimiz gibi algıladığımız bu bilgilerin kaynağı hakkında yeterince done'ye sahip değilsek algımızın olgu ile bir bağlantısı olmadığını görürüz.
     Konumuzu asıl çerçevesi içerisinde ele alırsak,yerel yönetimlerde yönetim ve karar mekanizmaları  çoğu zaman olgudan uzak ,hizmet verdiği kitlelere karşı algı yönetimini sergilemektedirler.Karar mekanizmaları bu tutumlarını seçilmiş oldukları dönem içerisinde  rakiplerinin'den farklı olma  farkın'dalık  yaratma adına  hareket etmeyi tercih etmektedirler.5176 sayılı kanunla 2004 yılında kamuda hayata geçen ''kamuda etik'' kavramının yasallaşması ile olgu ve olayların  çerçevesini şekillendirmiştir.Hizmet sunulan topluluğa, olgudan uzak şeffaf,tarafsız ,dürüst ve adil olmayan bir algı yönetimi, kanunun kendine ve ruhuna ters olması yanında hiçte ahlaki olmayan bir yönetim anlayışıdır.
     Algı yönetimi ;bugün  içinde bulunduğumuz yönetişim döneminde iletişim araçları vasıtası ile istenirse olumlu veya olumsuz neticeye mahal verecek boyutlar ortaya çıkarabilir.Bu sürece bir örnek vererek  konuyu bağlarsak ;.Bir   kimyasal atığın su yolu ile zehirlenme   tehlikesine karşı,kişilerin topluluğun kanaatlerini değiştirme adına kriz yönetimini olguyu gerçek manada etik kurallar çerçevesinde yönetmesi  yerine ,zaman kazanma istemi ile algı yönetimininde kendince başarı sağlamak, sonuçlarına katlanılmayacak  felaketleri ortaya çıkarabilir.Aynı olay risk haritaları çıkartılarak tehlikeler önceden tahmin edilip önlemler her şeye rağmen alınmış, zehirlenme risk kontrol altında ise, toplumun panik ve stres yönetiminde olgu ile algı yönetimini etik kurallar çerçevesinde yapılması, gerçek ve sürekli başarıyı getirmiş olacaktır.


                  Recep HIDIR
        Ondokuz Mayıs Üniversitesi
          Sosyal Bilimler Enstitüsü
            Kamu Yönetimi A.B.D. 
           Yüksek.Lisans Öğrencisi

6 Ocak 2015 Salı

ALTERNATİF BELEDİYECİLİK: YÖNETİŞİMCİ BELEDİYECİLİK

ALTERNATİF BELEDİYECİLİK: YÖNETİŞİMCİ BELEDİYECİLİK:       Dünyadaki gelişmeler ve sosyal-ekonomik alanlardaki değişiklikler,ivmesi yüksek etkili bir yönetim anlayışının ortaya çıkması,merkezde...

2 Ocak 2015 Cuma

Belediyelerde Veri madenciliği-İş zekası Üzerine Değerlendirme

     Günümüzde kamu kurumları  yıllardır edindikleri bilgi ,birikim ve doneleri saklarlar veya bir yerde muhafaza ederler, ama  bilgilerin hazine niteliğinde olduğunu bilmezler veya rafine edip kullanmazlar.Çoğu kamu kurumları rekabet halinde olmadığından verilerin analizlerine ihtiyaç duymamaktadırlar.Aslında yönetişim döneminde olduğumuz bu zaman diliminde bu tür bilgiler gelecek planlaması ve kaynakların verimli kullanılması adına üzerinde oturduğumuz değerine paha biçilmez bir hazinedir.Diğer adı ile Veri Madenciliği denen olayın bilgiler arsındaki örüntülerin kullanılması ile devam eden bir süreçtir.Temel olarak veri madenciliği veri setleri arasında katmanların,veri analiz teknikleri ile değerlendirilmesi olayıdır.veriler üzerindeki ilişkiyi kuralları belirlemek ve analiz etme  yazılım  uzmanlarının işidir.
       Günümüzde belediyeler yönetim bilgi işlem sistemleri operasyonel işlemlerin yürütülmesi ve raporların oluşturulmasını desteklemektedir.Geçmişe dönük verilerin ve bilgilerin geleceğe ait değerlendirilmesi kaynakların verimli kullanılması için Veri Madenciliği (VM) içerik ve tekniklerine ihtiyaç vardır.
        Belediyeler karar alma süreçlerini doğru, akıllı ve hızlı yapmaları gerekmekte dolayısı ile kaynak israfını önlemek zorundadırlar.Günümüzde  belediyeler en çok gelir konusunda sorun yaşamaktadırlar. Belediyelerin bilgi sistemini kullanımındaki  yaygınlığının artması ve sıradan analizlerin yetersiz olduğu veri yığınlarının  artması İş Zekasına duyulan ihtiyacı artırmaktadır.
         Geleceğin kentlerinin oluşması sağlıklı kararlar verme sürecinden geçiyor.Eğer elinizdeki verilerin desenlerini ilişkilerini modelleme sınıflandırma ve analiz edemezseniz, sağlıklı bir karar alamazsınız.Sağlıklı kararlar artık sürdürülebilir gelişmeler üzerine kurulmalıdır.Dolayısı ile Belediyelerde yöneticiler artık İş Zekası işlevine sahip olmalı ,bu anlamda  veri madenciliğini hayata geçirmelidirler.Günümüzde yerli ve yabancı yazılım programlarının bulunduğu bu ortamda belediyeler bu imkanlardan acilen yararlanmalıdırlar.'' sınırlı kaynaklarla ,sınırsız  ihtiyaçların karşılanması''  artık günümüzde olanaksızdır.

         Recep HIDIR
O.M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü
Kamu Yönetimi A.B.D  Y.L. Öğrencisi